SineFilozofi, cilt.6, sa.12, ss.1025-1043, 2021 (Hakemli Dergi)
Norberg-Schulz’a (1980) göre; insan, içinde gezinebildiğinde ve kendini bir çevre ile tanımlayabildiğinde ya da kısacası çevreyi anlamlı olarak deneyimleyebildiğinde yaşar. İnsan doğayla, toprakla kök salmaya, 'yer'leşmeye uğraşır. Mimarlık da 'yer'den başlar. Yer, mimariyi barındırır, yaratır ve dönüştürür. İnşa ve iskan, insanın ‘yer’deki ‘şey’lerle ilişkisi ve yeri anlamlandırma çabaları ile ilişkilidir (Heidegger, 1971). Yersizleşmeye başlayan bir yapılı çevrede kimlikli bir yaşam inşa etmenin olanaksızlaşmaya başladığını tartışan ve yersizleşmeyi eleştirel pencere aralayan bir kavram ve bir problem olarak ele alan çalışma, problemi mimarlığın yalnızca salt plastik biçimine yani mekânsal özelliklerine indirgemediği; aynı zamanda sinemanın eleştirel dili aracılığıyla, anlamsal biçimi yani ruhsal yanıyla anlamaya çalışması ile diğer çalışmalardan ayrılır. Çalışma, sinema ve mimarlık disiplinlerinin düşünsel arka yapılarını bir araya getirerek yersizleşme kavramını Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı (2018) filmi özelinde örnekler; yer tartışmalarının temel literatürünü oluşturduğu için Heidegger, ilk defa yerin ruhu kavramını ortaya koyduğu için Norberg-Schulz ve yersizleşmeyi insan deneyimi ile birlikte tartıştığı için Relph'in yer-yersizlik tartışmalarını, ruhun yitimi ile ilişkilendirir; ruhun yitimini, (i) eylemlerin gerçekleştiği alan, (ii) bölge, yöre, ev, (iii) kimlik, karakter, varlık olmak üzere üç başlıkta toplanan kavramlar aracılığıyla analiz eder; her bir kavrama denk gelen sahne ve diyalogları inceler. Çalışmanın ana kabulü, yersizleşmenin, ruhun yitimi ile ilintili olduğu; ruh yitiminin de yalnızca yerin ruhunun (genius loci) yitimi değil aynı zamanda insanın ve devamında toplumun ruhunun yitimini beraberinde getirdiğidir. Modernizm ile başlayan, postmodernizm ile şekil değiştiren ve içinde bulunduğumuz hızlı tüketim çağı ile birlikte de farklı noktalara taşınmasıyla güncelliğini koruyan ve disiplinlerarası eleştirel incelemelere argüman oluşturan yersizleşme problemi çalışmada; sinema-mimarlık disiplinlerini kesiştirmekte, ruhun yitimi ve bu yitimin deşifresini sağlayan kavramlarını, bir bütün olarak gelecek sinema-mimarlık çalışmaları için bir model olarak önermektedir.
According to Norberg-Schulz (1980); man lives when he can navigate within and identify himself
with an environment, or in short, experience the environment meaningfully. Man tries to take root
and dwells in nature and land. Architecture starts from ‘place’. The place accommodates, creates, and
transforms architecture. Building and dwelling are linked to man’s relationship with things in place
and his efforts to make sense of the place (Heidegger, 1971). Discussing that it has become impossible to
build a life with an identity in a built environment that has started to become displaced, the study, which
deals with dislocation as a concept and a problem that opens a critical window, argues that the problem
does not reduce the purely plastic form of architecture, that is, its spatial characteristics; At the same
time, it differs from other works in that it tries to understand the semantic form, that is, its spiritual side,
through the critical language of cinema. This study, by bringing together the intellectual backgrounds
of the disciplines of cinema and architecture, exemplifies the concept of placelessness in the context of
Nuri Bilge Ceylan’s Ahlat Ağacı (The Wild Pear Tree, 2018) movie; relates Heidegger, as it constitutes
the basic literature of place discussions, Norberg-Schulz for introducing the concept of the spirit of
place for the first time, and Relph’s because he discusses placelessness together with human experience,
discussion of place and place with the loss of the spirit; analyzes the loss of the spirit through concepts
gathered under three headings: (i) space where the actions take place, (ii) district, region, home, (iii)
identity, character, existence; and examines the scenes and dialogues that correspond to each concept.
The main acceptance of the study is that placelessness is related to loss of the spirit; is that the loss of
the spirit is not only the loss of the spirit of the place (genius loci), but also the loss of the spirit of the
human and subsequently of the society. In the study, the problem of placelessness, which started with
modernism, changed shape with postmodernism, and which continues to be up-to-date by being moved
to different points with the age of fast consumption we are in, and which constitutes an argument for
interdisciplinary critical studies; intersects the disciplines of cinema and architecture, and proposes the
concepts of loss of the spirit and deciphering this loss as a model for future cinema-architecture studies
as a whole.