Türkiye Klinikleri Yayınevi, Ankara, 2022
ODYOLOJİDE KONUŞMANIN FONETİK (SESBİLGİSEL) VE
FONOLOJİK (SESBİLİMSEL) ÖZELLİKLERİNİN ÖNEMİ: TÜRKÇE ÖRNEĞİ
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk Dili dünyada
en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir.
Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır.
Bir de Türk Dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.
Çünkü Türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde
ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası;
bugün kendisini millet yapan her niteliğinin,
dili sayesinde korunduğunu görüyor.
Türk Dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Odyoloji; sesleri “nasıl işittiğimizi” veya daha doğru bir ifadeyle “nasıl, neden ve ne kadar
işitemediğimizi” inceleyen bir bilim dalıdır. Konuşma (dil ve konuşma bozuklukları alanı bir
tarafa bırakılsa bile), odyolojinin en önemli ilgi alanlarından biridir.
Sonradan edinilen işitme kayıplarında en sık yakınılan husus, “konuşulanların anlaşılamaması” olduğu gibi, doğuştan işitme kayıplarının da (tarama programları öncesinde) ilk belirtisi ve en önemli sonucu “konuşma gelişiminin olmaması”dır. Dolayısıyla her türlü işitme
kaybında işitsel (re)habilitasyonun en büyük başarısı, bireyin bütün özellikleriyle konuşmayı
anlayabilir hâle gelmesi olarak kabul edilir; işitsel (re)habilitsyon yolunu tercih eden doğuştan işitme engelliler için bu başarının olmazsa olmaz göstergesi de konuşabilir hâle gelerek akademik sürece dahil olabilmeleridir. (Elbette ki konuşma, diğer bir ifadeyle işitsel-sözel dil, işitme engelli bireyler için tek seçenek değildir, fakat bu, toplumun genel tercihidir. Unutulmamalıdır ki her ülkede işitsel (re)habilitasyonu istemeyen ya da ilk iki yaş içinde bu şansı bulamayan doğuştan işitme engelliler vardır ve var olacaktır. Bu bireyler için toplumun geneliyle eşdeğer bir toplumsal ve akademik hayat, işaret diliyle sağlanabilir.)
Konuşma; odyolojik testlerin en sık kullanılan uyaranlarından biridir. Muhtemelen de insanoğlunun işitsel-sözel iletişiminin yeterliliğini her seviyede ölçmek için en kapsamlı veri sağlayan uyarandır. Çünkü insanoğlu işitsel-sözel yolla iletişim kuracak şekilde evrimsel gelişim göstermiştir. Bir yandan beyindeki öğrenme, hafıza ve diğer entelektüel işlevlerle ilgili olan merkezlerini bu işitsel-sözel uyaranı temel alarak şekillendirmiş, diğer yandan kişiliğini toplum içinde ortaya koymayı, sosyal ilişkilerini ve bunun kültürel sonuçlarını büyük oranda “işitsel-sözel” yolla başarmıştır.
İnsanoğlunun gerek bilişsel gerekse sosyokültürel gelişiminin ortak aracı konuşmadır, diğer bir ifadeyle sözel dildir. İşitsel-sözel olarak iletişim kurma tercihi sayesinde, millet kavramının ve kültürel farklılığın temeli olan farklı diller ortaya çıkmıştır. Aynı dili konuşanlar giderek diğer dilleri konuşanlardan farklılaşmışlardır. (Doğuştan işitme engelli olup işaret dili ile iletişim kuran bireylerde, Sağırlarda, toplumun geneliyle eşdeğer bilişsel ve sosyokültürel gelişim ve farklılaşma millî işaret dilleriyle sağlanır.)
Bu bağlamda konuşma; her dilde sadece farklı sesbirimlerin farklı yapısal özelliklerle bir araya geldiği işitsel-sözel ürünler olmaktan çok daha öteye geçer, kökleri tarihin derinliklerine inen parçasal (sesbirimsel) ve parçalarüstü (prozodi, vurgu, ton, ezgi, durak vb.) özellikler taşırlar. Ayrıca sadece sözcüklerin anlamında ve bunlara hayatiyet kazandıran gramer özelliklerinde değil, en küçük morfem ve duygulanım seslerinde bile diller arasında büyük biçim ve anlam farklılıkları vardır.
Olguların “nasıl, neden ve ne kadar işitemediklerini” anlamak için subjektif ve objektif testlerde uyaran olarak konuşmanın kullanmasına karar verildiğinde her bir dilde akustik, yapısal ve içerik olarak farklı olan bir uyaranın kullanıldığı bilinmelidir. Bu uyaran, öncelikle diğer dillerdekinden farklı, o dile özgü sesbirimlerinin frekans dağılımına sahiptir, ancak tek akustik farklılık bu değildir. Ayrıca, dilin o dile özgü parçalarüstü özelliklerinin de katkısıyla, frekans dağılımında her bir frekans kümesinin üstlendiği enerji yükü ve daha da önemlisi “konuşma” denilen dile özgü frekans dizgesinin her bir alt üyesinin süreleri de farklıdır.
İşiten bir bebek, doğduğunda bile anadilini diğer dillerden, annesinin sesini de diğer seslerden ayırt edebilmektedir. Muhtemelen bu detaylı bir sesbirimsel (parçasal) frekans seçiciliğiyle değil, her bir konuşmanın şiddet ve süre değişkenleriyle belirlenen “müzikalitesi” (prozodisi) ve annenin sesinin genel frekans dağılımıyla ilişkilidir. Bu algı, her yaştaki işitme kayıplılar için de geçerlidir. Odyolojide genel kural, o dil ve o toplum için anlaşılmaz olan sözcüklerin testlerde kullanılmamasıdır, çünkü o dilde anlamlı olmayan bir sözcüğün denek/hasta tarafından anlaşılmamasının nedeninin işitme kaybı olduğunu iddia etmek zordur. Aynı şekilde bir konuşma, uyaranı deneğe/hastaya o dile özgü müzikalitede sunulmadığı takdirde de anlaşılması zorlaşır. Yazı dili, çok uzun süreden beri sesbirimlerin sesbirimciklerini (alofonlarını) ve sözcüklerin vurgu farklarını gösteren yazım işaretleri olmadan kullanılmaktadır. Bu durum sözcük listelerinden cümle veya metin içeren testlere kadar, odyoloğa “doğru telaffuz”a sahip olma sorumluluğunu yüklemektedir. Ayrıca, Türkiye Türkçesinin yöresel değişkelerinin (ağızlarının) getireceği anlam ve ifade/anlama (ve ifade etme) farklılıklarının, testlerin sonuçlarına nasıl yansıdığını da sorgulamak gerekmektedir. Acaba Anadolu ağızları, en basit testimiz olan konuşmayı ayırt etme testlerinin sonuçlarını nasıl etkilemektedir? Bazı Anadolu ağızlarında uzun ünlü kullanımlarının neden olduğu görece daha yüksek enerjili (genelde 4000 Hz altında toplanmış) ünlü formant frekansları, yüksek frekanslı (4000 Hz üzeri) ünsüzlerin katkısını, özellikle yüksek frekanslarda işitme kaybı olan bireylerde maskelemekte midir? Dolayısıyla sözcüğün daha zor anlaşılmasına mı yol açmaktadır, özellikle gürültü eşliğinde yapılan testlerde?..
Konuşma ögelerinin odyolojide kullanılması başka soruları da akla getirmektedir: Türkçede sözcük vurgusu genellikle sözcüğün son hecesindedir, özel isimlerde ve bazı özgün ve istisnai durumlarda ise ilk hecededir; çok heceli sözcüklerde bazı özgün durumlarda sözcük ortasındaki heceye de kayabilmektedir. Bilindiği üzere, vurgu olan hecenin sesbirimsel enerjisi artmakta ve kısmen de olsa frekans içeriği değişmektedir. Acaba, özellikle çok heceli sözcük listelerinde odyologlar tek tek sözcükleri okurken vurgu nereye kaymaktadır? Türkçenin ağızlarında soru cümlelerinin şiddet yükselmesiyle/vurguyla bitirilmesi sık karşılaşılan bir durumdur. Acaba odyologlar sözcük listelerini okurken her bir sözcüğü soru vurgusuyla mı deneğe/hastaya yöneltmektedirler? Vurgu değişimi, sözcüklerin kaçında işitsel uyaranın frekans içeriğinde algılanabilir düzeyde anlamlı bir farklılığa yol açmaktadır? Kullanılan sözcük listeleri, cümleler ve metinler Çağdaş Türkiye Türkçesinin sesbirim özelliklerini ne derece karşılamaktadır? Cümlelerin parçalarüstü özellikleri testler sırasında ne derece dilimize uygun bir şekilde korunabilmektedir? Kadın ve erkek konuşmasının, evrensel ve dile özgü farklılıkları vardır, bu durumda kadın ve erkek odyologların ürettiği konuşma testleri hangi avantaj ve dezavantajları içermektedir? Bu hususta oldukça kritik bir soru da şudur: Türkçede “Konuşmayı Algılama/Anlama Eşiği (Speech Recogniton/Reception Threshold, SRT)” için kullanılacak yeterli sayıda eşdeğer vurguya sahip iki anlamlı heceden oluşan sözcükler (“spondee”) sahiden yok mudur ki ülkemizde bu test için değişken vurgu taşıyabilen üç heceli sözcükler kullanılıyor?..
Görüldüğü gibi odyoloji bilimi, o ülkenin dilinden ve Dilbilimin fonetik ve fonoloji alanlarından bağımsız bir disiplin değildir, hatta odyolojiyi Dilbilimin ve Türk dilinin uygulama alanlarından birisi olarak dahi görmek mümkündür. Elbette ki burada detaylı olarak üzerinde durulması gereken nokta, genel fonetikten ziyade anadile özgü sesbilgisidir.
Bu durumda odyoloji eğitimi alanlar ve odyolojiyi bir meslek olarak sürdürenler, odyoloji alanında akademik çalışma yapanlar ve hatta odyolojik test sonuçlarına bakarak tanı koyacak olan hekimler, dil ve konuşmanın değişken doğasını ve doğayı anlamak için geliştirilen metodolojiyi bir ölçüde bilmek zorundadırlar. Öncelikle her odyolog o ülkenin anadilini bütün kurallarıyla son derece iyi bilmeli ve kullanmalıdır. Ülkesindeki yöresel ağız farklılıklarını ana hatlarıyla bilmeli ve çalıştığı, çalışmaya başlayacağı yöreye özgü olanları da çok iyi öğrenmelidir.
“Unutmayın! Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar götürecek tek bir dil vardır: Türkçe. Dilinize sahip çıkın! Türkiye’nin kurtuluşu, Türkçenin kurtuluşuna bağlıdır. Türkçe giderse, ne Türkiye kalır, ne Türk Dünyası ne de Türk!”
Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU
Bu bağlamda, ülkemizde görev yapan bir odyolog ve KBB hekimi, tarihî ve yaşayan yazı dili ve lehçeleriyle Türkçenin genel yapısını iyi bilmelidir. Sadece Çağdaş Türkiye Türkçenin ses bilgisi değil, Türkçenin dünyanın en eski dillerinden birisi olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak sesbilgisel özelliklerin tarihi süreci ve Türkçenin tarih boyunca yazıldığı alfabeler, alan uzmanı tarafından ana hatlarıyla da olsa bilinmelidir.
Bu kitapta muhtemelen ülkemizde bir ilk olarak Türkçenin fonetik ve fonolojik özelliklerini, odyolog ve KBB hekimlerinin bilgisine sunmak, Türkçe ve Dilbilim alanında çalışanlara ise odyolojide kullanılan konuşma testlerinin özelliklerini anlatmak hedeflenmiştir.
Eldeki kitap, Türk dili bölümünün editörü Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL ve Dilbilim bölümünün editörü Doç. Dr. Güven MENGÜ ile birlikte hazırlanmıştır. Çalışmanın ana fikri ve kapsamı konusunda uzlaşıldıktan sonra alanla ilgili uygun yazı başlıkları ve yazarlar belirlenmiştir. Disiplinler arası ilk deneme olmasından dolayı bu kitabın öncelikle üç ayrı bilim alanının birbirini tanımasına vesile olacağını, ayrıca yapılacak ortak çalışmalarla konuşma odyolojisi alanında yeni Türkçe test ve ölçeklerin geliştirilmesine katkı sağlayacağını ümit ediyorum.
Unutulmamalıdır ki Türkçe, çok geniş bir coğrafyada en az 2000 yıldır konuşulmaktadır ve bu geniş coğrafyada işitme kaybı ve konuşma bozuklukları, en az dünyanın geri kalanında olduğu kadar yaygındır.
Türkiye Klinikleri ve çalışanlarına bu kitabın hazırlanmasında sağladıkları olanak ve destek için bütün yazarlar ve editörler adına teşekkür ederim.
Bu kitaba birbirinden değerli ve ilginç bölümleri kaleme alarak katkıda bulunan yazarlara ayrı ayrı teşekkür borçluyum. Farklı bir okuyucu kitlesine hitap ediyor olmanın zorluğunu da göze alarak bu işi kabul ettiler ve bizlere birbirinden değerli ve birbirini tamamlayan 24 bölüm hazırladılar. Bu kitabın, bundan sonra yapılacak ortak çalışmalara kaynaklık edeceğine inanıyorum.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve çağdaş Türk dili çalışmalarının öncüsü, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün adını taşıyan ve onun tarafından kurulan ilk yükseköğrenim kurumu olan Gazi Üniversitesi çatısı altında, Güven MENGÜ ve Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL ile uzun yıllar birlikte çalışma imkânına sahip olduk. Daha sonra, onlar, Anadolu’da Türkçenin yayılmasına büyük katkı sağlayan Hacı Bayram Veli’nin adını taşıyan yeni Üniversitelerinde çalışma hayatlarına devam ettiler. Bu kitap, kurumsal ayrılığın projeleri ve akademik çalışmaları engelleyemediğini, hatta ortak çalışma azmini daha güçlendirdiğini göstermiş oluyor. Güven MENGÜ, bu çalışmanın asıl fikir babasıdır, gerek bu kitapta ilgili Dilbilim konularını ve bu alanda yetkin isimleri bir araya getirdiği için, gerekse uzun yıllardır Gazi Üniversitesi Odyoloji programına ve araştırmalarına verdiği destekten dolayı kendisine teşekkür ederim. Bugüne kadar birlikte gerçekleştirdiğimiz çok yönlü proje ve akademik çalışmaların bundan sonra da devam edeceğini ümit ediyorum.
Türk dili ve Türkoloji alanında ülkemizin önde gelen akademisyen ve araştırmacılarından olan Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL’e bu kitapta ilgili Türk dili konularını ve alanın yetkin isimlerini belirlediği ve yirmi yılı aşkın bir süredir verdiği destek ve dostluğu için teşekkür ederim. Türk Dünyasının dil ve kültürüne hizmet eden değerli hocamızla ülkemize ve Türk Dünyasına yeni projelerle katkı sağlayacağımız inancındayım.
Siz değerli okuyucularımıza da yazarlar ve editörler adına bu alanda gelecekte yapacağınız değerli çalışmalar için şimdiden sonsuz teşekkürlerimi bildirmek isterim.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU
Editör
THE IMPORTANCE OF PHONETIC AND PHONOLOGICAL FEATURES OF SPEECH IN AUDIOLOGY: THE EXAMPLE OF THE TURKISH LANGUAGE
Turkish is the national language of Turkish Nation. Turkish is the world's most beautiful, richest, and easiest language. That's why every Turk loves his language and works to raise it. Also, the Turkish language is a holy treasure for the Turkish Nation. Because the Turkish Nation sees that in the endless disasters it has gone through, its morals, customs, memories, interests, in short, every quality that makes it a nation today, is preserved thanks to its language. The Turkish Language is the heart and brain of the Turkish Nation.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Audiology is a field of study that focuses on how we hear sounds, or more precisely, how, why, and how much we cannot hear. Even if speech disorders are disregarded, speech is a major subject of study in audiology.
The most often expressed complaint in acquired hearing loss is "inability to grasp what is being said," whereas "failure of speech development" is the primary symptom and outcome of congenital hearing loss (before screening programs). Thus, the primary indicator of auditory (re)habilitation success in all types of hearing loss is the individual's ability to understand speech in its entirety; an indispensable indicator of success for congenital deaf people who prefer auditory (re)habilitation is their ability to speak and participate in the academic process. (While speech, or auditory-verbal language, is not the sole choice for hearing-impaired persons, it is the society's preference. It should not be forgotten that there are congenital deaf persons in every country who do not choose to have auditory (re)habilitation or who do not have this opportunity within their first two years of life, and they will continue to exist in the future. Sign language can give these persons a social and academic life comparable to that of the general population.)
Speech is a prominent stimulus in audiological tests. It is most likely the stimulus that gives the most comprehensive data on the adequacy of human auditory-verbal communication at all levels. Because human beings have evolved to communicate via auditory-verbal means. On the one hand, he shaped the brain centers associated with learning, memory, and other intellectual functions in response to this auditory-verbal stimulus; on the other hand, he succeeded in revealing his personality in society, social relationships, and the cultural consequences in a predominantly "auditory-verbal" manner.
Speech, or verbal language, is a fundamental instrument for human cognitive and sociocultural development. Due to the predilection for verbal-auditory communication, several languages have developed, serving as the foundation for the notion of country and cultural differentiation. Speakers of the same language are becoming increasingly distinct from speakers of other languages. (National sign languages allow the Deaf with cognitive and sociocultural development and differentiation comparable to the general community.)
In this sense, speech in all languages is much more than a collection of phonemes with varying structural characteristics; it possesses deep-rooted fragmented (phonemic) and suprasegmental (prosody, stress, tone, melody, pause, etc.) properties. Additionally, there are significant stylistic and semantic distinctions across languages, not only in terms of the meaning of words and the grammatical characteristics that give them life but also in terms of the tiniest morpheme and emotional sounds.
When speech is used as a stimulus in subjective and objective tests to determine how, why, and how much the subjects cannot hear, it is important to realize that each language uses a stimulus with a unique acoustic structure and content. This stimulus differs from other languages in terms of the frequency distribution of phonemes, but this is not the only auditory variation. Additionally, due to the suprasegmental characteristics of the language, the energy burden absorbed by each frequency cluster in the frequency distribution and, more crucially, the duration of each sub-member of the language-specific frequency system dubbed "speech" is distinct.
When a hearing baby is born, he/she can distinguish his/her mother tongue from other languages and his mother's voice from other sounds. This is most likely not due to a precise phonemic (fragmental) frequency selectivity, but to the "musicality" (prosody) of each utterance, which is governed by the factors of intensity and duration, as well as the mother's overall frequency distribution. This notion also applies to persons of all ages who have hearing loss. The general rule in audiology is that words that are incomprehensible to that language and that society are not used in the tests because it is difficult to note that hearing loss is the reason why a non-meaningful word in that language is not understood by the subject/patient. Similarly, if the subject/patient is not supplied with a speech stimuli that has that languagespecific musicality, the speech stimulus becomes difficult to grasp. For a very long time, written Turkish language was used without the use of spelling marks to express allophones of phonemes and word stress changes. This places the audiologist in charge of "proper pronunciation" assessments ranging from word lists to phrases or text. Additionally, one must consider how the regional varieties (dialects) of Turkiye Turkish reflect the distinctions in meaning and expression/understanding (and expression) in the test findings. What effect do Anatolian dialects have on the outcomes of our most basic test, the speech discrimination test? Do the comparatively higher energy vowel formant frequencies (usually accumulated below 4000 Hz) associated with the use of long vowels in some Anatolian dialects hide the contribution of high-frequency (over 4000 Hz) consonants, particularly in those with high-frequency hearing loss? As a result, does it make the term more difficult to grasp, particularly for tests in noise?
Additionally, the inclusion of speech features in audiology poses the following issues: In Turkish, the stress is often placed on the final syllable of the word, on the first syllable in proper nouns, and in certain unusual and exceptional circumstances; in polysyllabic words, the stress may move to the middle syllable in some unusual and exceptional cases. As is well known, the stressed syllable's phonemic energy increases and its frequency content changes, albeit somewhat. I'm curious as to where the emphasis moves when audiologists read individual words, particularly those with several syllables. It is a common situation in Turkish dialects that interrogative sentences are ended with an increase in (stress) amplitude. Do audiologists address each word to the subject/patient with a question accent when reading word lists? In how many words does the stress change result in a discernible substantial difference in the aural stimulus's frequency content? To what extent do the word lists, sentences, and texts employed in this study conform to the phoneme characteristics of contemporary Turkish? To what extent may the suprasegmental features of sentences be kept during the testing in accordance with our language? There are universal and language-specific distinctions between male and female speech; therefore, what are the advantages and disadvantages of male and female audiologists' speech tests? A very critical question in this regard is this: As it is known, three syllable words are used in the SRT (Speech Recognition/Reception Threshold) test in our country. Are there really no words ("spondee") consisting of two meaningful syllables with enough equivalent stresses in Turkish?
As it is seen, audiology is not a discipline distinct from the mother tongue of the country and the phonetics and phonology disciplines of Linguistics; indeed, audiology may be viewed as one of the application areas of Linguistics and the Turkish language. Of course, the point that needs to be emphasized in detail here is the phonetics specific to the mother tongue rather than the general phonetics.
In this case, those who receive audiology education and pursue careers in audiology, as well as those who conduct academic research in the field of audiology, and even physicians who diagnose patients based on audiological test results, must be familiar with the variable nature of language and speech and the methodology developed to comprehend it. To begin, each audiologist should be fluent in and proficient in the mother tongue of that country, adhering to all rules. H/She should be familiar with the regional dialect distinctions within his/her country's main lines and should be extremely knowledgeable about the local dialects with which he is currently working or will soon begin working.
“Remember! Without knowing any other language, there is only one language that will take you from the Adriatic to the Great Wall of China: Turkish. Protect your tongue! The salvation of Turkiye depends on the liberation of the Turkish language. If Turkish goes, neither Turkiye will remain, neither the Turkic World nor the Turk!”
Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU
In this context, an audiologist and otolaryngologist working in our country should be familiar with the Turkish language's general structure, as well as its history and contemporary written language and dialects. Considering not only the phonetics of contemporary Turkiye but also the fact that Turkish is one of the world's oldest languages, the field expert should be familiar with the historical development of phonological features and the alphabets used to write Turkish throughout history, albeit in broad strokes.
The purpose of this book is to introduce the phonetic and phonological characteristics of Turkish to audiologists and ENT physicians for the first time in our country, as well as to explain the characteristics of speech tests used in audiology to those working in the fields of Turkish and Linguistics.
The chapters of the book were edited by Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL (The Turkish Language), and by Assoc. Prof. Dr. Güven Mengü (Linguistics). Following agreement on the study's central idea and scope, acceptable article titles and authors were established. As the first interdisciplinary experiment, I hope that this book will aid in the integration of three distinct domains of science and also contribute to the development of new Turkish tests and scales in the field of speech audiology through collaborative research.
It should not be forgotten that Turkish has been spoken across a vast geographical area for at least 2000 years, and hearing loss and speech impairments are at least as prevalent in this vast region as they are elsewhere in the world.
On behalf of all authors and editors, I would like to express our gratitude to “Türkiye Klinikleri” and its staff for providing us with the opportunity and support necessary to complete this book.
I would like to express my gratitude to the authors who contributed valuable and interesting chapters to this book. Despite the difficulties inherent in addressing a diverse audience, they accepted this assignment and wrote 24 chapters, each more valuable and complementary to the next. This book, I believe, will serve as a springboard for future collaborations.
We had the opportunity to work with Güven MENGÜ and Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL for many years under the name of Gazi University, the first higher education institution founded by and named after the Great Leader Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, the founder of our re- public and the pioneer of modern Turkish language studies. Following that, they continued their careers at their new university, named after Hacı Bayram Veli, who made significant contributions to the spread of Turkish in Anatolia. This book demonstrates that institutional separation does not preclude projects or academic work, but rather strengthens the desire to collaborate.
Güven MENGÜ is the originator of this study. I'd like to express my gratitude to him for bringing together relevant linguistics topics and experts in this field in this book, as well as for his many years of support for Gazi University's Audiology program and research. I hope that the numerous collaborative projects and academic studies that we have undertaken will continue in the future.
I would like to express my gratitude to Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL, one of our country's leading academics and researchers in the fields of Turkish language and Turcology, for her support and friendship over the last two decades, in identifying the pertinent Turkish language topics and competent field names for this book. I believe that through new projects with our devoted teacher who serves the Turkish language and culture, we will contribute to our country and the Turkish World.
On behalf of the authors and editors, I would like to express my deepest gratitude to you, our esteemed readers, for your valuable future work in this field.
Sincerely.
Prof. Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU
Editor