Verlag H. J. Maurer, Frankfurt, 2019
DIE TÜRKEI IM UMBRUCH
-
Özet-
DEĞİŞEN TÜRKİYE
Türk Devrimlerinde Milliyetçi
Siyasetin Alfabe ve Dil Politikaları
Kitabın
giriş bölümlerinde konuya ilişkin teorik konular yaniden tanıtıldı. 2. ve 3. bölümlerinde “değişim, devrim, reform, gelişim” kavramları, temel konu dışına pek
çukmadan konuya bağlı kalınarak dikkatlice incelenmiştir. Kolonyal dönemlerde
işgalcilerin yerli dillere müdahalesi ve o bölgedeki dil çalışmaları,
misyonerlerin kendi dini faaliyetlerini sürdükleri bölgelerde yerel halkın
dilini nasıl etkiledikleri, modern dünyada veya diğer milli devletlerin dile
nasıl müdahale ettkleri veya totaliter rejimlerin dile doğrudan müdahaleleri 2
numaralı başlık altında etraflıca araştırılmıştır. 3 numaralı başlık altında
seçilmiş örnek ülkelerin dil çalışmaları araştırılmıştır. bu ülkelerin herbiri
bir şekilde kendilerine yapılan baskılara kulak asmayarak kendi alfabe, harf ve
dillerini korumak için nasıl mücadele verdiklerini incelemktedir. Harflerini
halklarının karekteri olarak kabul eden mesela Yunanlılar tüm uygun koşulları
redderek kendi harflerine sarımış bu konuda modernizm adına en ufak bir ödün
vermemişlerdir. Aynı şekilde İsrail dörtbin yıllık hemen hemen kaybolmuş
dillerini geliştirerek bugünkü dillerini yani İwrit dilini eski dillerinin
karekterini bozmadan adeta yeniden diriltmişlerdir. Japonya ve Çin ülkeleri ise
dünyanın zor alfabelerinden kabul edilen alfabeleri terketmeyip, aynı şekilde
dilin karaekterini bozmadan alfabelerini sadeleştirme yolunu seçmişlerdir. Bu
şekilde mesela Japonya dört alfabeli bir eğitim sistemini devam ettirirken Çin
alfabesini sadece sadeleştirmiştir. Bu her iki ülke de dünyanın doğusunda ve
eğitimde ekonomik alanda gelişmiş ülkelerinden kabul edilmektedir.
Bu çalışmada, Türk Yazı ve Dil
Devriminin Türk kültürüne ve siyasal hayatının geleceğine etkileri, bilimsel
tezlerin yol göstericiliğinde incelenmiştir. Çalışma konusunun gerektirdiği
şekilde, dil bilimi kuramları ışığında, Türk dilinin tarihsel gelişimi de incelenmiştir.
Eserde siyasal otoritelerin, dilin doğal gelişimine asla müdahale etmemesi
gereği; canlı organizmalar olarak kabul edilen dillerin modernize edilmesi,
sadeleştirilmesi ve dilin standartlarının belirlenmesine lüzum görüldüğünde de,
bu çalışmanın dil bilimcilere bırakılmasının gerekliliğine işaret edilmiştir.
Dil siyasetinin geçmişteki tezahürü ve geleceğe dair nasıl olması gerektiği
dünyadaki örnekleri dikkate alınarak incelenmiştir. Eser ayrıca, 1928 Yazı ve
Dil Devriminin siyasal ve toplumsal tartışmalardaki yerini ve toplumun çeşitli
kesimlerinin bu devrime bakışını, konu etmiştir. Kitapta, dil devriminin
tarihsel gelişimi yanında, daha çok bu devrimin siyasal neden ve sonuçları ortaya
konulmuştur.
Kitapta, iki numaralı “Osmanlı-Millet
Sisteminden Kemalist Milli Devlet Sistemine Kadar Olan Modernleşme Sürecinde
Yazının Rolü”
başlığı altında öncelikle milli
devlet, reform-devrim, modernleşme, batılılaşma gibi kavramlar incelenmiş, daha
sonra alfabe kavramı ve yazı ve dilin gelişim sürecini etkileyen
faktörler
hakkında bilgi verilmiştir. Bu kapsamda dil ve siyaset, millet kimliği olarak
dil ve yazı, totalitarizmin güç aracı olarak dil, dil ve felsefe, emperyalizm/
kolonyalizm ve dil ve son olarak din ve dil veya misyonerlik başlıkları
altında dil ve misynerler, dil ve totalitarizm gibi konular araştırılmıştır.
Eserin üç numaralı “Dil
Planlamaları: Dili Sadeleştirme, Standartlaştırma, Modernize Etme” başlığı altında öncelikle; toplumu
oluşturan bireyler arasında engelsiz iletişimi sağlamada dil planlamaları yapmanın
ve bu planlama kapsamında dili korumak adına zaman zaman onu normlaştırma-standartlaştırmanın
gerekliliği incelenmiştir. Dil planlaması için tek tip bir tanım olmamasına
rağmen, tanımlarda çoğunlukla bir ülkenin dil siyasetine işaret edildiğinden;
eserde tarihsel süreçte dil planlamaları özellik arz eden Çin, Japonya,
Yunanistan ve İsrail ülkelerinin alfabe ve dil politikaları araştırılmıştır.
Söz
konusu bölümde sonuç olarak; incelenen ülkelerin dilllerinin kendi varlık
nedenleri olduğu, dil ve alfabelerinin kendi kimliklerini oluşturmasından
dolayı dillerinde ve alfabelerinde temelli bir değişikliğe gidilmemesi için
mücadele ettikleri, Çince, Japonca,
Yunanca ve İvrit (modern İbranice) dillerinin bilimsel çalışmalarla normlaştırıldığı
ve ancak bu ülkelerin asla dile temelli müdahaleye müsade etmedikleri;
geleneksel alfabelerinin kendi kimlikleri olduğunun bilincinde olarak
muhafazası için gereken çalışmaları yapma yoluna gittikleri tespit edilmiştir.
Eserin dört numaralı “Seçilmiş
Örnek Toplumlarda Ümmiliğin Tarihi” başlığı altında öncelikle ümmilik kavramı hakkında bilgi
verilmiş ve Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan ve Türkiye’de
ümmiliğin tarihsel süreci incelenmiştir.
Çalışmanın “Türk Devrimlerinde
Milliyetçi Siyasetin Alfabe ve Dil Politikaları” adlı beş numaralı başlığından itibaren cumhuriyet
öncesi ve sonrası dönemlerin Türk dil siyaseti incelenmiştir. Bu bağlamda; Birinci
Dünya Savaşı sonrası kurulan milli devletlerin ana hedeflerinden olan milli dil
fikri, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de temel hedefleri arasında yer almıştır.
Devrimlerin en önemlisi ve sonuncusu olarak hayata geçirilen Türk Yazı ve Dil
Devriminin, Türk kültürüne ve siyasal hayatının geleceğine etkileri, bilimsel
tezlerin öncülüğünde ve derinlemesine ele alınmıştır.
Bir taraftan, latin dünyasının insan
hayatının her alanında gösterdiği gelişmişliğe bir an önce ulaşmak, diğer
yandan da Türk toplumunun geri kalmışlığının ana nedenlerinden kabul edilen
okur-yazarlık oranındaki düşüklüğü en hızlı bir şekilde bertaraf etmek, Türk dil
siyasetinin omurgasını teşkil etmiştir. Bundan dolayıdır ki siyasal iktidarlar,
okur yazar oranının azlığını, Türk dilinin Arap harfleri ile yazılmasındaki
zorluklara ve dili istila eden yabancı kelimelere bağlamıştır. Dilde ve yazıda
geniş çaplı bir planlama yapmak isteyen siyasal otorite ve devrim taraftarları,
Arap harflerinin Türk dilini yazmada yeterli olmadığını savunurken, bir diğer
aydın ve siyasal grupta asırladır kullanılan harflerin yeterli olduğunu, ancak
bu harflerin Türk diline uygun bir şekilde reforme edilmesinin yeterli
olacağını savunmuştur. Ancak siyasal otorite, toplumu bir an önce muassır
medeniyetler seviyesine ulaştırmayı ana hedef olarak belirlemiştir. Söz konusu
hedefe ulaşmanın biricik yolunun, toplumun tümünün en hızlı şekilde okur
yazarlar sınıfına dahil edilmesi olduğu ve bunun, kolay okunduğuna ve
yazıldığına inanılan latin aslına dayanılarak yapılacak yeni bir alfabeden
geçtiği düşüncesi hakim olmuştur.
Ancak canlı
organizmalar olan diller, ani ve dıştan gelen müdahalelere her zaman izin vermezler. Bundan dolayıdır ki, Türk Dil Devrimi okur
yazar oranında istenilen başarıya 1935 yılına kadar ulaşamamıştır. Zamanla dil,
doğal gelişim rayına girdikten sonra, okur yazar oranında belirli zaman
sürecinde ve kısıtlı oranlarda canlanma sağlamış, ancak yine de istenilen
hedefin gerisinde kalınmıştır.
Dil,
onu konuşan ve yazan için sosyal çevresi ve bu çevrenin geçmişi ve geleceği ile
iletişim kurduğu kişisel bir araçtır. Sosyal bir iletişim aracı olan dil,
değişik toplumların ortak bir dili olmadığından, çoğu zaman bu sosyal çevreler
arasına tabî olarak engeller koymakta veya sınırlar çekmektedir. Buna ilaveten
dilin ses yanında ikincil bir aracı olan
değişik yazı sistemleri de kişiler ve
toplumlar arasında iletişimi ayrıca
zorlaştırmaktadır. Değişik yazılar (arap harfleri, kril veya latin harfleri)
konuşulan dilleri kendi kalıplarına soktuğundandır ki, diğer dilleri konuşan,
okuyan ve yazanlara ilave zorluklar getirmektedir. İki yazı sisteminin
çatışmasında özellikle en vahim durum ise; çok eski bir geleneğe sahip olan bir
kültürün, bin yıl gibi çok uzun bir dönemden sonra yazı sisteminde köklü bir
değişikliğe tabi tutulmasıdır. İşte iki yazı sitemi ve derin bir kültüre sahip
Türk Dili, 20. yüzyılın ilk yarısında, bu önemli kararın etkisinde kalmıştır. Ancak
bu çalışma herhangi bir siyasal kararla, dilin tabî gelişimine müdahale edilmemesi
gerektiğini, canlı varlıklar olarak kabul edilen dillerin, modernize edilmesi,
sadeleştirilmesi ve ya dilin standartlarının belirlenmesini; gerekli olduğunda,
bu tür çalışmaların siyasal kararlarla değil de, uzman dil bilimcilere
bırakılmasının dil için en doğru tercih olacağı tezini savunmuştur.
Eserde
bilimsellikten ödün vermeden, dil bilimi kurallarına da sıkı sıkıya bağlı
kalarak, konuyu bugüne kadar olduğu gibi sadece dil bilimsel bakış açısından
değil, ağırlıkla Türk Dil Devriminin siyasal arka planı nazara alınarak
incelemiştir. 19. yy ortalarından sonra başlayan ve 20. yy başlarından itibaren
daha da hızlanan, dili modernleştirme süreci, cumhuriyet döneminde devlet eli
ile yapılan dil planlamasıyla, yani devrimlerin sonuncusu olan Türk Dil Devrimi
ile son şeklini almıştır. Dil Devriminin sağladığı sayısız toplumsal kazanımlar
yanında, getirdiği kültürel yük çoğu zaman bilimsel çalışmalarda ya gözardı
edilmekte ya da önemi kavrananamaktadır. Nitekim Bülent Ecevit, Türk Dili
dergisinde yayınlanan bir makalesinde özetle, “devrimler dün ile bugün
arasına bir set çekmek için yapılmıştır”, diye yazmaktadır.
Türk
toplumunda ümmilik oranının yüksek olmasının temel nedeninin, Türk Dilinin Arap
harfleri ile yazılması zorluğundan kaynaklandığına, dönemin latin harfleri
taraftarlarının siyasal otoriteyi inandırması; alfabenin siyasal bir kararla değiştirilmesinde
etkin rol oynamıştır. Kısa süren bilimsel ve siyasal tartışmalar sonunda bin
yıldan bu yana Arap harfleri ile yazılan Türkçe, siyasal bir kararla, 1929’dan
itibaren Latince alfabesi tabanlı Türk diline ugun bir alfabe ile yazılmaya
başlanmıştır.
Çalışma,
devrimin toplumsal ve kültürel alanda ki yansımalarının ne olduğunu tespit
etmekte ve hangi kültürel bedellerin ödendiğini ve ödenmekte olduğunu
araştırmaktadır. Araştırma, alfabe değişiminin dün ile bugün ve bugün ile
gelecek arasına konulmuş önemli bir engel olduğunun altını çizmektedir. Ancak
buna rağmen alınabilecek tedbirler ile geçmiş ile köprüler kurulabilineceği ve
bağların güçlendirilebilineceğine dair öneriler de getirmektedir. Çalışmada,
geçmiş ile köprü kurmak ve çeşitli nedenlerle ayrışmış toplumsal sınıflar
arasında ilişkiyi yeniden tesis etmek için, dil politikalarında yapılması
gereken düzenlemelerin altı çizilmektedir.
Söz
konusu olan Türk Dil Devrimi olduğundan, konuya geniş perpektiften bakmak
gerekmektedir. Dolaysıyle çalışma hem siyaset bilimi, hem dil bilimi ve hem de
tarihsel açıdan ve karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Araştırma bu interdisipliner
özelliği ile hemen hemen bütün sosyal bilimlerin ilgi alanına girmektedir.
Siyasal
otoritenin ümmiliğe karşı mücadele vermek için, dil planlamasının
uygulanmasını, devrimin önemine binaen kanunlara bağlamıştır. Ancak büyük bir
sorun olan ümmiliğin Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti yanında, örneğin
gelişmiş ülke kabul edilen Almanya, ABD ve Yunanistan’da hangi seviyede olduğu
da, bu çalışmanın incelediği konulara dahil edilmiştir. Araştırmanın genelinde
görüleceği gibi, tarihsel olarak bakıldığında ümmilik sorunu aynı dönemlerde
bahsi geçen batılı devletlerde de ve dünyanın başka bir çok yerinde, hatta 20.
yüzyılın başlarına kadar başlıca sorunlar arasında sayılmıştır. Hatta çalışma,
bugün itibarı ile, Almanya’da ve ABD de gizli ümmilik sorunun altını çizmiş
ve ümmilerin veya okuma ve yazmada zorlananların sayısının bu ülkelerde
azımsanmayacak kadar çok olduğuna dikkat çekilmiştir. (bkz. age. Çizelge 19). Diğer
taraftan çalışma, bir alfabenin öğrenmeyi zorlaştırdığı düşüncesi ile alakalı
olarak da, dünyada ümmisi olmayan tek ülke olan Japonya’da dört ayrı alfabe
kullanıldığına işaret etmiştir. (bkz. age, s. 146). Bir başka altı çizilen konu
ise, latin alfabesinin de, Avrupa milli dillerinin kendi dillerini yazmada
noksansız ve sorunsuz olmadığı hususudur. Latin dünyası, kendi milli dillerini yani kendi dil
seslerini, ancak latin alfabesini modifiye etmek suretiyle yazabilmektedirler.
Buna göre, latin alfabesine ilave edilen 88 harf (Graphie) ve işaretle (bkz.
a.g.e, s.159), çeşitli batı dilleri, kendi seslerini yazıya dönüştürebilmektedirler
(bkz. a.g.e., çizelge 24, 25a-25d).
Nihayet
çalışmada Türk dillerinin yazımında kullanılan alfabeler, dillerin yayılma
alanları yanında, özellikle Rusya’nın Türk dilleri konusunda yürüttüğü dil
politkaları da incelenmiştir. Osmanlı Devleti döneminde, dil ve alfabede
reform çalışmalarına geniş yer veren araştırma, bu dönemde yapılan
çalışmaların, Cumhuriyet döneminin dil planlamalarını nasıl etkilediği ve Dil
Devrimine hangi ölçüde öncülük ettiği açıklanmıştır.
Elbette
Dil devrimin öncesinde ve sonrasında, dil planlamasının yanlış olacağını
savunanların ve dil planlamasının ateşli savunucularının iddialarına bilimsel
verilerin ışığında ve sınırları içinde gerektiğince yer verilmiştir.
Çalışmanın
bazı nokta ve bölümlerini daha anlaşılır olmasını sağlamak için yazar
tarafından çeşitli çizelgeler hazırlanmış veya ilgili uzmanların çizelgelerine
başvurulmuş ve kitaba 9. Bölüm (9. Abbildungen) olarak 36 çizelge eklenmiştir.
Ayrıca burada belirtmek gerekirse çalışma 350 eser ve bu eserlere yapılan 1300
civarında atıfla desteklenmiştir.
Die Türkei im Umbruch’un Tanıtımı
Kitabın özetine geçmeden önce burada
bazı hususlara kısaca dikkat çekmem gerekmektedir. Bu çalışma bugün itibarı ile
Almanya ülkesinde ikinci basımına yapılan ilavelerle 3. basımını da yapmıştır.
Kağıt baskı olarak üçüncü baskısı henüz elime ulaşmamıştır. Kitap, dünyanın
önemli üniversite ve kütüphaneleri
tarafından tedarik edilmiş araştırmacı ve okuyucuların hizmetine sunulmuştur.
Ayrıca kitap, ilgili dünya kitapcıları tarafından satışa sunulmuştur. Bu bilgilere ilişkin kopyelerden bazı örnekleri ekte bilginize
sunuyorum.
Die Türkei im Umbruch, “1928 Türk
Alfabe ve Dil Devrimlerimleri Üzerine Yapılan Siyasi Tartışmalar” (Die politische Debatte um die türkische
Schrift- und Sprachrevolution von 1928) adıyla Almanya ülkesinde başarı ile
verilmiş doktora tezimin yeniden gözden geçirilmiş ve en az %33 (bkz. H.J.Maurer Yayınevinin yazısı) oranında ilaveler yapılmış ve Almanya
ülkesinde kitap piyasası şartlarına uyarlanarak yayınlanmış 2. baskısıdır.
Prof. Dr. Jürgen Schiewe’nin kitap
için yazdığı takdim ve tanıtım yazısı katabın ön kısmına “önsöz” olarak
yerleştirildi. Prof Schiewe makalesinde özetle, kitabın konuyu en güzel şekilde
araştırdığını konuyla ilgili herhangi bir boşluk bırakmadığını diğer olumlu
değerlendirmeleri yanında siyasal hayat ve bilim için önemlidir demektedir.
Diğer taraftan eser
üzerine, Almanya ülkesinde Marc André Offenhammer’ın “Devrim ve Reform” başlıklı yüksek lisans tezi Prof. Annette E. le Fort ve
Prof. André Heers denetiminde hazırlandı ve daha sonra kitap olarak yayınlandı.