4. Karadeniz Aile Hekimliği Kongresi , 16 - 19 Mayıs 2025, ss.40-41, (Tam Metin Bildiri)
Giriş: Juvenil idiyopatik artrit (JIA), 16 yaşından küçük çocuklarda görülen heterojen bir kronik inflamatuar artrit
grubudur ve çocukluk çağının en sık görülen romatizmal hastalığıdır (1). International League of Associations for
Rheumatology (ILAR) sınıflamasına göre yedi alt tipi bulunan bu hastalığın tedavisinde kullanılan immünsupresif
ajanlar, enfeksiyon riskini arttırmaktadır (2). Özellikle konvansiyonel ve biyolojik hastalık modifiye edici
antiromatizmal ilaçlar (kDMARD-bDMARD) ve steroid ile tedavi edilen hastalarda latent viral enfeksiyonların
reaktivasyonu dikkatle değerlendirilmelidir. Hepatit B virüsü (HBV), dünya genelinde yaygın bir halk sağlığı sorunu
olup, immünsupresyon altındaki bireylerde reaktivasyonu ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit edici sonuçlara
yol açabilir (3). Bu nedenle, immünsupresif tedavi öncesinde HBV serolojisinin değerlendirilmesi ve hastaların
bağışıklık durumunun belirlenmesi, tedavi güvenliği açısından kritik öneme sahiptir (4).
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın amacı, JIA tanısı ile izlenen çocuklarda HBV’ye karşı serolojik bağışıklık
düzeylerini belirlemek, aşılama programlarının etkinliğini değerlendirmek ve immünsupresif tedavi öncesi
bağışıklama gereksinimlerine dikkat çekmektir. Kesitsel olarak planlanan bu çalışmada, Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Romatoloji Kliniği'nde izlenen 130 JIA hastası incelenmiştir. Hastaların cinsiyeti, JIA alt tipi,
antinükleer antikor (ANA) pozitifliği, üveit varlığı ve uygulanan tedaviler kaydedilmiştir. Tüm hastaların tanı
anındaki HBV serolojik belirteçleri (HBsAg, anti-HBs) değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 130 hastanın %55,4’ü kız, %44,6’sı erkek olup ortalama tanı alma yaşı 9,12 ±
4,74 yıldı. En sık gözlenen JIA alt tipi oligoartiküler tip (%52,3) iken, bunu entezit-ilişkili artrit (%19,2) izledi.
Hastaların %40,8’inde ANA pozitifliği saptanırken %8,5’inde uveit mevcuttu. Hastaların %96,2’si izlemde NSAİİ
ve %83,1’inin kDMARD kullandığı saptandı. Biyolojik tedavi olarak en sık TNF inhibitörleri (%43,1) kullanılmış,
%5,4 oranında IL-6 inhibitörü tercih edilmişti. Hastaların tümünün HBV için erken çocuklukta aşılanmasına
rağmen, HBV serolojik değerlendirmesinde, tüm hastalarda HBsAg negatif bulunurken, %68,5’inde (n=89) anti-
HBs pozitifliği saptandı (Tablo-1).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda elde edilen serolojik bulgular, hastaların yaklaşık üçte birinin HBV’ye karşı
yeterli bağışıklık geliştirmediğini ortaya koymuştur. Bu durum, çocukluk çağında uygulanan rutin aşılamaların,
özellikle kronik hastalığı olan bireylerde her zaman yeterli düzeyde bağışıklık sağlayamayabileceğini
düşündürmektedir (5). İmmünsupresif tedavi öncesinde HBV serolojisinin değerlendirilmesi, tedavi sürecinde
gelişebilecek HBV reaktivasyonu riskini azaltmak açısından kritik öneme sahiptir (3). Anti-HBs negatif bireylerde,
özellikle biyolojik ajan tedavisi planlanıyorsa, HBV’ye karşı aktif bağışıklığın sağlandığından emin olunmalı ve
gerekirse yeniden aşılama gündeme alınmalıdır. Sonuç olarak, bu çalışma HBV aşılamasının JIA hastalarında
tedavi güvenliği açısından taşıdığı önemi bir kez daha vurgulamaktadır. Klinik uygulamalarda HBV serolojisinin
rutin tarama protokolüne dahil edilmesi, tedavi öncesi bağışıklama stratejilerinin planlanması ve bağışıklık yanıtı
yetersiz hastalarda yeniden aşılama yaklaşımlarının değerlendirilmesi önerilmektedir.