Tezin Türü: Tıpta Uzmanlık
Tezin Yürütüldüğü Kurum: Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Türkiye
Tezin Onay Tarihi: 2016
Öğrenci: BEDİZ KURT İNCİ
Danışman: GİYASEDDİN ŞÜKRÜ DUMLU
Özet:Epidemiyolojik bilgilere göre kolelitiazis özellikle Amerikan toplumuna göre daha az sıklıkla olmakla beraber Avrupa, Japonya, Afrika kökenli Amerika popülasyonu içinde sık görülmektedir. ABD‟ de Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme Taramasında 20-74 yaş arasında safra kesesi hastalığı olan 6,3 milyon erkek 14,2 milyon kadın olduğu tahmin edilmektedir[1]. Kolelitiazis tanısı ve tedavisinin önemi; meydana getirebileceği komplikasyonlar ve semptomlar nedeniyle hayat kalitesini bozması ve morbiditeye neden olabilmesinden ileri gelmektedir. Kolelitiyazisin en sık görülen komplikasyonu kolesistit (%80) olup kolanjit, safra kesesi ampiyemi ve perforasyonu gelişebilecek diğer komplikasyonlardandır [1]. Tüm dünyada obezite ve eşlik eden hastalıkların sıklığının epidemik olarak artması, bir metabolik ve endokrin organ olan yağ dokusuna olan ilgiyi arttırmıştır. Yapılan yeni araştırmalar, yağ dokusunun lipidler için basit bir depolanma yeri olmadığını, aynı zamanda enerji düzenlenmesinin kontrolünde rol alan; endokrin, metabolik ve inflamatuvar süreçlerin düzenlenmesinde anahtar rol oynayan önemli bir doku olduğunu ortaya çıkarmıştır[2]. Yağ hücrelerinin dolaşıma çeşitli biyoaktif proteinler salgıladığı gösterilmiştir, Adipositokinler olarak isimlendirilen bu sekretuvar proteinler arasında; leptin, tümör nekrozis faktör-α (TNF-α), plazminojen-aktivatör inhibitör tip 1 (PAI 1), adipsin, resistin, visfatin, adiponektin, retinol binding protein-4 (rbp4) ve lipokalin-2 bulunmaktadır [2]. Adipositokinler enerji dengesinin korunmasıyla ilişkili olup obezite ve beraberinde görülen hastalıkların tedavileri açısından potansiyel hedef moleküllerdir [2]. Yağ hücrelerinden ve yağ dokusunu infiltre eden makrofajlardan salınan adipositokinlerin düşük dereceli kronik inflamatuvar bir duruma sebep olarak insülin direncine ve tip 2 diabete yol açtığı düşünülmektedir[3]. Yağ dokusundan dolaşıma salınan adipositokinlerden biri olan retinol binding protein 4 (rbp4 ), yeni bir kardiyometabolik risk faktörü olarak görülmektedir. Bu nedenle rbp4 düzeyi yüksekliğinin insülin rezistansını arttırdığı ve metabolik sendrom, tip2 diyabetes mellitus, kardiyovasküler hastalıklar ile de ilişkisi olduğu konusunda araştırmalar yapılmıştır ancak daha fazla çalışma ile desteklenmesi gerekmektedir[4]. Metabolik sendrom ile kolelitiazis arasında da güçlü ilişki olduğunu öne süren çalışmalar mevcuttur [5]. Metabolik sendrom insülin direnci ile başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya diyabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon, koroner arter hastalığı gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir endokrinopatidir. Dislipidemi, insülin direnci, obezite metabolik sendromun önemli bileşenleri olduğundan ve rbp4 düzeyi bu bileşenlerle ilişkili bulunduğundan tarafımızca önemsenmiştir. Çalışmamızda kolelitiazis ve metabolik sendrom arasındaki ilişkiden kaynaklı rbp4 düzeyinin kolelitiazis olan ve olamayan hasta populasyonundaki düzeylerinin karşlaştırılması planlanmıştır. Metabolik sendromun diğer komponentlerinden olan dislipidemininde kolelitiazis ile olan ilişkisi konusunda çok sayıda çalışma yapılmıştır. Kuzey Hindistan‟da yapılan geniş hasta gruplu bir çalışmada kolelitiazisin hiperlipidemi ile ilişkisi ortaya konmuş ancak bu çalışmada ilişkinindaha çok trigliserit yüksekliği ile alakalı olduğu düşünülmüştür[6]. Bazı çalışmalarda ise kolelitiazissıklığı ile HDL düşüklüğü arasındailişki saptanmıştır [12]. Metabolik sendromun komponentlerinden bir diğeri de insülin direncidir. İnsülin drenci mevcut olan hastalarda kolelitiazis sıklığında artış olmasyla ilgiliaraştırmalar yapılmıştır[7]. Yapılan çalışmalar ışığında tarafımızca 3 hiperlipideminin ve insülin drencinin de kolelitiazis ile olan ilişkilisi saptamak amaçlardan biri olmuştur. Dolaşımdaki rbp4 düzeyindeki azalmanında egzersiz, diyet, antidiyabetik, antihiperlipidemik ilaçlar gibi bazı metabolik durumu düzenleyen tedaviler ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir [8]. Bu durum göz önüne alınarak hasta ve kontrol gurubundaki bireylerin antihiperlipidemik ilaç kullanılmıyor olması,diyet ve egzersiz durumu ve diyabetes mellitus tanısı olmaması anemnez ve laboratuar bulgularıyla doğrulanmıştır. Renal yetmezlik, karaciğer yetmezliği, akut hastalık durumu, yoğun bakım ihtiyacı gibi metabolik olmayan bazı hastalıklardada dolaşımdaki rbp4 düzeyinin değiştiği bilinmektedir[8]. D vitamini eksikliği prevalansı Türkiye‟de ve dünyada yüksektir. Türkiye‟de yapılan bazı çalışmalarda D vitamini eksikliği yaklaşık %71 düzeyinde saptanmıştır [9]. Vitamin D‟nin birçok biyolojik sistemde rol alması nedeni ile yapılan araştırmalarda düşük vitamin D düzeyi ; trigliserit yüksekliği, insülin direnci ve metabolik sendrom ile ilişkili bulunmuştur [10]. İnsülin rezistansı olan hastalarda vitamin D düzeyinin normal popülasyona göre daha düşük bulunduğunu gösteren yayınlar da mevcuttur [11]. Çalışmamızda bu veriler de göz önünde bulundurularak kolelitiazis etyolojisinde yer alan insülin direnci ve hipertrigliseridemi gibi risk faktörlerine sebep olduğu düşünülen D vitamini eksikliğinin kolelitiazisi olan ve olamayan hasta poulasyonundaki düzeylerinin karşılaştırılması planlanmştır. Çalışma kapsamında hastaların ürik asit düzeylerininde değerlendirilmeye alınması planlanmıştır. Ürik asitbirikimi ve inflamasyon bir çok hastalığın gelişimde etkili bulunmuştur. Bu durumların en önemlileri insülin direnci ve diabetes mellitustur. Kolelitiazis etyolojisine yönelik Tayvan‟ da yapılan epidemiyoljik bir araştırmada ürik asit düzeyi ve kolelitiazis ilişkisine de bakılmıştır, ancak lojistik regresyon analizi ile yapılan çok değişkenli bu araştırmanın sonucunda pozitif bir ilişki saptanmamıştır. Tek değişkenli analiz olan çalışmalarda ise kadınlarda kolelitiazis ile ürik asit yüksekliğinin ilişkili olduğu saptanmıştır[13]. Yukarıda belirtilen laboratuar parametreleri sonucunda çalışmamızda kolelitiazisin öncelikle rbp 4 düzeyi ile ve d vitamini eksikliği ile olan ilişkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. İkincil olarak ise insülin direnci, ürik asit düzeyi, lipid profili ve karaciğer fonksiyon testleri ile olan ilişkisi gösterilmeye çalışılmıştır